İnsanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak
Fikret Başkaya’nın son kitabı, ‘Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek’ başlığını taşıyor. Kitap ilk bölümlerinde, Avrupa merkezci düşünce sistemini ve sorunların ekonomik büyüme ile çözüleceği paradigmasını işliyor. Kitapta üzerinde önemle üzerinde durulan diğer bir konu, dünyayı tüm canlılar için yaşanmaz hale getiren ekolojik sorun. Bu konular işlenirken, Marksist yöntemin kullanılmasında düşülen hata ve eksikler üzerinde de duruluyor.
Marksist yöntemin genel olarak anlaşılmasında, uygulanmasında düşülen hatalar, Marks’ın yaşadığı 19. yüzyılda ön planda olmayan ama günümüzde kendini dayatan sorunlar karşısında Marksizm’in durumu gibi yönteme ilişkin konular, Türkiye solunun gündeminde yeterince yer almamaktadır. Başkaya’nın çalışmasında bunun üzerinde de duruluyor.
Örneğin Marksizm’in, kadın özgürlük hareketi, feminist hareket karşısındaki tavrına bakalım. Feminist hareketin boyutu ve çözmek zorunda olduğu sorunlar günümüzden farklıydı. 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılın ilk yarısında, önüne kadınların seçim hakkını, medeni hukukla ilgili hakları (aile, çocuk, miras vs.), eğitimin ve iş yaşamının her alanına katılma hakkını koyan ve adına daha sonradan “birinci dalga feminist hareket” denilen bir kadın özgürlük hareketi vardı. Burjuva kadınların başını çektiği feminist hareketle, sosyalist kadınların başını çektiği feminist hareket birbirlerinden ayrı, hatta birbirlerine rakip olarak gelişiyorlardı.
Birinci dalga feminist hareket, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya genelinde -istisnaları saymazsak- amaçlarına ulaştı. Yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren ikinci dalga feminist hareket başladı. Bu hareket Marksizm’in üzerinde pek durmadığı kadının aile içi, ev içi emeğini gündeme getirdi. Erkek iş gücünün yeniden üretiminde ve toplumsal yeniden üretimde kadın emeğinin rolüne ilişkin tartışmalar başlattı. Kadının ezilmişliğine ulusal ezilmişliği, ırk ezilmişliğini de (siyah ırk, sarı ırk vs.) ekledi. Böylece, ulusal, etnik sorunla kadın özgürlük mücadelesinin ilişkisi de feminist hareketin kapsamına girdi. Örgütlü sol hareketler, feminist hareketin gerisine düştüler.
Benzer biçimde kapitalizmin yol açtığı ekolojik sorunlar 19. yüzyılda da vardı. Fakat o dönemde dünya sömürgeci Batı tarafından tümüyle paylaşılmamıştı. Dolayısıyla kapitalist ilişkiler henüz dünyanın her yanına yayılmamış, egemen hale gelmemişti. Kapitalizmin, atmosfer, iklim, doğa ve tüm canlılar üzerindeki yok edici etkisi bu boyutlarda değildi. Bu nedenle ekolojik sorunlar Marksizm’in özel bir konusu olmadı. Buna rağmen Marksizm’in kurucuları bu konuyla da (örneğin kapitalist tarımın toprağa verdiği zararlar, ormanların yok edilmesi gibi) ilgilenmişlerdi.
Ekolojik hareket 1960’larda ortaya çıktı ve 1980’lerden itibaren de gündeme oturdu. Fakat bu sorunun Marksistlerin gündeminde yer alması epey zaman aldı. Sosyalist hareketler ekolojik harekete uzun zaman, sınıf mücadelesini zaafa uğratan bir olgu olarak baktılar. Bu eksiklerimizi tamamlamamız ve hatalarımızı telafi etmemiz gerekiyor. Fikret Başkaya’nın konuyla ilgili çalışmaları, bu iş için değerli başvuru kaynaklarıdır.
EKONOMİK BÜYÜME (SERMAYENİN BÜYÜMESİ) SORUNLARI ÇÖZER Mİ?
İktisatçılara göre (Marksistler hariç) tüm sorunların çözüm anahtarı ekonomik büyümedir. Bu görüşe göre sermayedarlar yeni yatırımlar yapmalı ki sorunlar çözülsün. Fakat yaşadıklarımız bu çözüm yöntemini doğrulamıyor. Örneğin son 40 yılda bilim ve teknikte büyük gelişmeler oldu, üretimde insan iş gücünün yerini robotlar aldı, ekonomiler büyüdü ama sorunlar çözüleceği yerde daha da arttı. İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, gelişmiş Kuzey ülkeleri ile diğerleri arasındaki uçurum, toplumsal çürüme, çevre tahribatı, canlı türlerinin yok olması tarihte görülmemiş boyutlara vardı. Örneğin Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) 2018’de yayınladığı “Yaşayan Gezegen” raporuna göre son 40 yılda dünya üzerindeki vahşi hayvan nüfusu yüzde 60 oranında azaldı. Bunun sebebi doğal olaylar değil, suların, havanın kirlenmesi, ormanların yok edilmesi, aşırı avlanma gibi, ekonomik büyümenin, sermaye yatırımlarının neden olduğu felaketlerdi. Başkaya’nın ifadesiyle:
“İnsanlık kendi yaktığı ateşte yanmak üzere (…) Bugüne kadar nice uygarlıklar geldi geçti, lakin bu sefer ve ilk defa insan eliyle yok olma (auto-destruction) riski büyük. (…) Eğer yangına vakitlice müdahale edilmezse, geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir.” (s. 105)
Kapitalist sistemde ekonomik büyüme denen şey sermayenin büyümesidir. Ekonomik büyüme, sorunlara çare arayışının değil, sermayenin krizine çözüm bulma arayışlarının ürünüdür.
“Kapitalizm koşullarında üretilen ileri teknoloji insanlar rahat etsin, daha kolay ve daha az zahmetle üretsin, rahat yaşasın, daha çok boş zamana sahip olsun diye değildir.” (s. 98)
“Küresel kapitalizm çağında bilim ve teknoloji, mülksüzleştirmenin, kâr etmenin, yıkımın, savaşın, manipülasyonun, insanları alıklaştırmanın hizmetinde.” (s. 93)
“Sorunlar ekonomik büyüme ile çözülür” paradigmasını bu nedenle bir kenara bırakmak gerekiyor.
Kapitalizm sınırsız üretim ve büyüme, sınırsız tüketim mantığına göre işler. Büyüyemeyen kapitalist batar. Üretilenler tüketilmezse (satılmazsa) gene batar. Fakat dünya kaynakları hiç de sınırsız değil, tersine çok sınırlı. Şimdilerde o sınırın sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Kapitalizm kendini sınırlayamayan, planlanamaz, sermaye sahiplerini de kontrolü altına alan, yönlendiren bir sistemdir. Marks ve Engels daha Komünist Manifesto’da: “Burjuva toplumu, yeraltından kendi çağırdığı güçlere artık hükmedemez olan cinci hocalara dönmüş durumda.” (Aktaran F. Başkaya s. 101) diye yazıyorlardı.
Başkaya’ya göre ekonomik büyüme paradigmasını savunanlar sadece burjuva iktisatçılar değildir. Bu anlayış “kalkınmacılık” biçiminde sosyalist harekete de girmiştir. Gerçekten de Sovyet deneyimlerinde devletleştirme ve ekonomik büyüme ile sosyalizme geçileceği yaygın bir anlayıştı. Türkiye solunun önemli bir bölümü de kapitalizmi üretici güçlerin gelişimini engellediği için eleştiriyor, devrimini yapmış ülkelerdeki üretim artışlarını sosyalizmin üstünlüğü olarak gösteriyordu. Toplumbilimi bilim yapan tarihsel materyalizmi (üretici güçler, üretim ilişkileri yasasını) böyle kavramıştık.
EMEĞİN TOPLUMSALLAŞMASI
Kapitalizmin temel çelişkisini ifade etmek için vurguyu üretici güçlerin engellenmesine değil de gene Marks’ın formüle ettiği biçimde emeğin toplumsallığı ile mülkiyetin bireyselliği arasındaki çelişkiye yapmak daha yol göstericidir. Çünkü emeğin toplumsallaşması Marks’ın dönemine göre olağanüstü boyutlar almış, buna karşılık mülkiyet görülmemiş biçimde bir azınlığın elinde toplanmıştır. Sorunların temelinde bu çelişki yatıyor. Günümüzde ürünler artık bir ülkede bir fabrikada baştan sona üretilip pazarlanmıyor. Değişik parçalar farklı ülkelerin işçi sınıfı tarafından üretilip bir araya getiriliyor. Her teknolojik meta artık dünya işçi sınıfının ortak emeğinin ürünü. Dünya neredeyse tek fabrikaya dönüşüyor. Emeğin toplumsallaşması bu boyutlara vardı. Sorunların çözümü ve Dünyayı kurtarabilmek için yapılması gereken ilk iş mülkiyeti bu çok az sayıdaki kişinin elinden almak, Başkaya’nın deyimiyle “sosyalleştirmek”tir.
F. Başkaya ekonomik büyümeye ve bilimsel teknolojik gelişmeye yönelik eleştirilerinin teknolojiyi reddetmek anlamına gelmediğini defalarca belirtiyor: “Teknik dönüşüme, değişime yönelik muhalefet, bizzat teknolojiyi reddetmek anlamına gelmiyor ve gelmemelidir. Oradaki itiraz, geçerli teknolojinin harekete geçirdiği, neden olduğu sosyal ve politik düzene yönelik bir eleştiridir sadece.” (s. 61)
ÇÖZÜM YOLU
“İşe ‘yangını çıkaranı’ hedefe koyarak başlamak gerekiyor. Yüzleşmek zorunda olduğumuz sorunlar kapitalizmin eseri. (…) Yıkımdan tüm insanları sorumlu saymak abestir. Açlıktan ölmekte olan çocuğunun başında ağlayan Yemenli kadın bu yıkımdan sorumlu değil.” (s. 105)
Başkaya biraz önce değindiğimiz mülkiyet konusunu vurguluyor: “Üretim ve yaşam araçlarının dar bir ayrıcalıkla kapitalist sınıfa ait olduğu durumda özgürlük mümkün müdür? ‘Büyük mülkiyetin’ sorun edilmediği durumda eşitlikten söz edilebilir mi?” (91) “Sosyal eşitsizliğin olağan ve gerekli sayıldığı yerde ahlak da yoktur.” (92)
Başkaya kapitalizmin içinde bulunduğu krizi, “normale dönüşü” olmayan “çöküş” olarak nitelendiriyor. Geri dönüşü olmayan eşik aşıldı diyor. Bunun da sadece ekonomiyle sınırlı kalmadığını, iklim, enerji, sosyal, ahlaki vs. her alanı kapsadığını belirtiyor.
Yaşadığımız ekonomik, siyasi, sosyal, ahlaki vs. krizlerin ve can alıcı hale gelmiş ekolojik sorunların kapitalist sistem içinde çözümü yok. Kapitalizm bu sorunları, işleyişinin doğal sonuçları olarak yaratıyor ama bunları çözebilecek yeteneğe, mekanizmalara sahip değil.
Başkaya’nın belli başlı önerileri ise şöyle:
“Üretim ve yaşam araçları dar bir azınlığın, oligarşinin elinden” alınmalıdır. (s.132)
“Büyük şirketleri sosyalleştirmek (devletleştirmek değil), işçilerin kontrolünde demokratik yönetime kavuşturmak, üretimi sosyal refah ve ekolojik gereklerle uyumlandırmak” gerekir. (s. 131)
“Üretimi artırmak değil tam tersine azaltmak gerekiyor. Başka türlü söylersek ‘küçülmek’ gerekiyor. Tabii üretiminin artırılması gereken şeyler de var.” ( s. 122)
“Emperyalist Batı’da üretimin ve tüketimin radikal olarak kısılması, Güneydeyse temel ihtiyaçlara cevap veren şeylerin üretiminin arttırılması” gerekir. (s. 128)
“Gıda üretimi dev tekellerin elinden alınmalı, silah ve uyuşturucu üretimi yasaklanmalıdır.”(1) (s. 131)
Önerilerin ayrıntıları ve diğer öneriler için kitabın alıntı yaptığımız sayfalarına bakılabilir.
EKOLOJİK SORUNUN ÖNEMİ VE ÇÖZÜMÜ
Başkaya kitabında ekolojik sorunun başat önem kazandığını hatta diğer sorunların önüne geçtiğini belirtiyor: “Sosyal eşitsizlik, özgürlük ve kadın hakları mücadelesi (feminist hareket) de son derecede önemli ve değerli ama yaşamın olanaksız hale geldiği bir dünyada, insan soyunun ve tüm canlıların varlık nedeninin ortadan kalktığı bir gezegende eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesine yer olur muydu?” (s. 107)
Başkaya iklim krizi uzmanlarının, gezegenin yaşanabilir bir yer olmaktan çıkmasını engellemek için 10-15 yılımız kaldığını ısrarla söylediklerini belirtiyor. (s. 108) Başkaya, “Yeşil teknolojiler” (rüzgar enerjisi, güneş panelleri, elektrikli araba vs.) gibi önerilerin, çözüm olamadığını ve olamayacağını anlatıyor. Ekolojik mücadelenin sınıf mücadelesinin dışında verilmesinin kapitalizmin ekmeğine yağ sürdüğünü yazıyor. (s. 115) “Asıl sorun fosil enerjiler değil, netameli burjuva uygarlığı olan kapitalizm.” (s. 116) diyor. F. Başkaya’ya göre, “Şimdilerde yüzleşmek zorunda olduğumuz iklim krizi, ekolojik yıkım (canlı türlerinin yok oluşu) doğanın kendini yenilemesine izin verilmemesinden kaynaklanıyor.” (s. 129, 130)
‘Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek’ kitabının son bölümünde, çözüm için önerilen alternatif görüşlerin de bir özeti veriliyor.
Diğer çalışmaları yanında özellikle ekolojik sorunu Türkiye’nin gündemine getirmek ve bilimsel temellerde tartışılmasını sağlamak için gösterdiği gayretlerden dolayı F. Başkaya hocamıza teşekkür borçluyuz.
(1) Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerine göre, sadece ABD’nin 2022 yılındaki askeri harcamaları 877 milyar Dolar’dı. Yani günlük askeri harcama 2,5 milyar Doları buluyordu.