İsrail’in çöktüğünü gösteren 3 haber…
* Amacı askerlerin olduğu alandan silah çalıp, bunu karaborsada satmak olan bir dolandırıcının ülkeyi yöneten isimle birlikte fotoğraf çektirmesi mümkün olabilir mi? Olmaz öyle şey dediğimiz senaryo İsrail’de gerçek oldu. Roi Yifrah adında 30 yaşındaki bir adamın, polisin terörle mücadele birimi Yamam Özel Birimi personeli gibi davranarak çatışma hattına girdiği, hatta ileri uçtaki birlikleri ziyaret eden Başbakan Netanyahu ile fotoğraf çektirdiği ortaya çıktı. Olayın ortaya çıkmasından sonra Yifrah’ın evinde yapılan aramada bombalar, tüfekler, askeri bilgisayarlar ve bir askeri insansız hava aracı bulundu.
* Uzmanlık eğitimini Tel Aviv yakınlarındaki Şeba Tıp Merkezi’nde yapan Filistinli bir doktor, Yahudi meslektaşlarının Facebook ve Instagram hesaplarına erişimlerini engellediği için Batı Şeria’da gözaltına alındı ve iki aydır gözaltında tutuluyor. Meslektaşlarını ihbar eden doktorlar ve bu ihbarı ciddiye alarak bir insanı 2 aydır özgürlüğünden mahrum bırakan İsrail polisinin ruh haline dair ne söylesem boş.
* Çıldırma hali sadece sokaktaki insanlarda değil, siyasette de kendini gösteriyor. Aşırı sağcı Yerleşimler Bakanı Orit Strock, pazar günü kabine toplantısında, İsrail Hava Kuvvetleri pilotlarının, Gazze’deki kara birliklerine vicdani nedenlerle destek vermediği iddialarını gündeme getirdi, Genelkurmay Strateji Dairesi Başkanı Tümgeneral ile sert bir tartışma yaşadı. Bu tartışmaya sonra Netanyahu da dahil oldu.
* Bu 3 haber, İsrail’in 7 Ekim’den sonra psikolojisinin dağıldığını gösteren haberler değil. Aksine, Netanyahu ve ultra Ortodoks Yahudileri temsil eden partiler hükümete girdiği günden beri süren bölünmüşlüğün bir sonucu. Bir bakan ordusuna, doktorlar, Arap kökenli olduğu için meslektaşlarına güvenmiyor. Herkes güvensizlik ve güvensizlik paranoyası nedeniyle hesaplaşmalara başlıyor. İsrail devletine en büyük tehdit aslında bu ruh hali. Bölünmüş bir toplumun kendi kendini yok ediş sürecinin işaretleri bunlar. İsrail için en büyük tehdit aslında diğer İsrailliler…
Dünyada tartışma: Emeklilik yoksulluğu
Bugünün en önemli konusu, emeklilerin maaşlarına yapılacak zam oranı olacak.
Türkiye Emekliler Derneği, en düşük emekli maaşının asgari ücret kadar olmasını istiyor yani 17 bin 2 lira.
Bireyleri düşündüğümüz zaman bugünün şartlarında abartılı bir istek değil bu.
Fakat emekli sayısının
15 milyon 900 bin ve sigortalı çalışan sayısının 24.2 milyon olduğunu düşününce tablo tamamen değişiyor.
Bu nokta da bizi tüm dünyada tartışılan “Emeklilik yoksulluğu” tartışmasına götürüyor.
“Emeklilik yoksulluğu” aslında yeni bir kavram değil ama küresel salgından beri adını daha sık duymaya başladık.
Almanya bir süredir Bulgaristan’a emekli ihraç ediyor.
Şaka değil, Almanya’da emekli maaşıyla geçinemeyen insanlar, Bulgaristan’da 5 yıldızlı tatil köyü gibi yerlerde yaşıyorlar.
Tüm dünyada uzayan yaşam, küresel salgınla azalan prim gelirleri, primlerin toplandığı fonlardan elde edilen gelirlerdeki azalma ülkeleri emeklilik konusunda önlem almaya zorluyor.
Ortaya konan formül, emeklilik yaşını yükseltmek ve kadınların daha düşük olan emeklilik yaşını erkeklerle aynı seviyeye getirmek.
İspanya, Almanya ve Fransa emeklilik yaşını 65’ten 67’ye, İngiltere ve İrlanda 68’e Danimarka ise 74’e yükseltmeyi planlıyor.
Bu planlar özellikle AB üyesi ülkeler için azalan nüfus ve işgücü sorununa da çözüm olarak görülüyor.
EYT Yasası’nın devreye girmesiyle beraber Türkiye’nin emekli sayısı 2023’ün ilk 9 ayında yüzde 18.5 arttı.
40-45 yaşında ekonomiden çekilip, geri kalan tüm ömründe çalışma hayatında olduğun dönemdeki refahı sürdürme beklentisi çok gerçekçi bir beklenti değil.
Bundan 6 yıl önce net emeklilik ikame oranının ortalama gelire sahip çalışanlar için en yüksek olduğu ülkeydi Türkiye.
Bugün 7 yıl öncesinin şartlarını tek zamda tekrar sağlamak mümkün değilse de fedakârlığın tüm gelir gruplarını kapsayan hale getirildiğini göstermek, zam oranı kadar önemli bir unsur olacaktır…